Bölüm 1-  BURGAZ (BURGAS) - VARNA (VARNA) - ŞUMNU (ŞUMEN) - KÖSTENCE (COSTANTA)

(Karadeniz’in Batı Yakasından)

DEREKÖY ’den BURGAZ ’a ….

Karadeniz deyince; aklımıza ilk anda ilk gelen “Karadeniz Kültürü” olur nedense… Son yıllarda yaptığımız Karadeniz Turlarında misafir ettiğimiz yolcularla birlikte, yakından tanıma fırsatı yakalattığımız bu kültürün; “Uyy ve Daa” dan çok daha öte olduğunu, Lazcanın bir yabancı dil olduğunu, “O OF ’luların işidir! Bizim işimiz değildir” söyleminin sebep ve nedenlerinden, dinledikleri müziklerdeki enstrüman ayrımlarına kadar bu turlarda pek çok ama pek çok şeyi birlikte deneyimledik. Ortak noktaları olan Karadeniz’in hırçınlığını saymazsak eğer; Kırklareli Beğendik ’ten Artvin Hopa ’ya kıyısı olan her noktada farklı kültürler ev sahipliği yapıyor kıyılarına.

Sınırı aşarak bir de BULGARİSTAN ’dan Karadeniz’e bakmaya ne dersiniz? Eğer cevabınız “Evet” ise haydi başlayalım turumuza…

İzmir’den başladığımız yolculuğumuza önce Çanakkale, ardından KIRKLARELİ ’ne doğru yol alıyoruz. YILDIZ DAĞLARI ’nın arasındaki geniş vadilerden birine kurulu, ismini de dereden alan DEREKÖY ’e gidiyoruz. 1891 ‘de Edirne Valisi Hacı İzzet Bey tarafından yaptırılan yol bizi, 1969 senesinde açılan DEREKÖY SINIR KAPISI ’na bağlıyor. Çıkış-giriş işlemlerimizin ardından ilk durağımız ülkede hareket edebilmek için, Döviz Bürosu (Oбменно бюро) oluyor. Para birimi LEVA olan Bulgaristan bu konuda oldukça hassas. Kredi kartının geçmediği durumlarda, başka ülkelerde yaptığınız Dolar/Euro önerisini burada sert bir şekilde geri çevirebilirler. Çünkü Maliyenin hem sıkı denetimleri var. Hem de cezaları çok ağır. Bu yüzden siz siz olun mutlaka Leva ’nızı önceden alın.

Sınırı geçtikten sonra Yıldız Dağları, ismini (Странджа (гори)) Istranca Dağları’na bırakır. Bundan yıllar önce ilk kez İĞNEADA ’ya geldiğimde, keşif için sınıra Beğendik Köyü’ne gitmiştim. Aşağıya indiğimde Jandarma ile sohbet etme imkanı da yakalamıştım. Fırsat bu fırsat soru yağmuruna tutmuştum onları Derenin ismini haritadan bulup söylemiştim. Dedim ki “Bu Rezevo/Rezve Deresi (Резовска река) mi Komutanım?”  O da sert bir şekilde “Hayır!.. MUTLUDERE”…demişti. Ben yine ısrarcı bir şekilde “Ama Komutanım öyle diyor elimdeki” deyince… “Evet doğrudur! Ama bizim için MUTLUDERE ve hep de öyle kalacak. Çünkü bu toprak bizim! ismi de Türkçe!..” Böyle düşünen sadece biz değiliz şüphesiz… Birazdan geçmeye başlayacağımız Türk Köylerinde görüleceği gibi, Osmanlıca isimler Bulgarcaya çevrilmiş. Ama bir kent ne kadar ismi değiştirilirse değiştirilsin geçmişinde yaşadıklarını ve eski sahiplerini asla unutmuyor. Birazdan anlatacaklarımız ile biraz daha anlam kazanacak bu satırlar

Tekrar konumuz olan bizim Yıldız Dağları’mız; Bulgaristan’ın Istranca Dağları’na dönecek olursak; Trakya'nın Karadeniz kıyılarına paralel olarak, Bulgaristan'dan İstanbul’a kadar yaklaşık 150 km uzunluğunda bir dağ zincirinden oluşuyor. Bu zincirin en yüksek noktası olan Mahya Dağı zirvesi de yaklaşık 1.031 metrelik yüksekliği ile Kırklareli sınırları içindedir. Mevsim sonbaharsa yapraklar da bir bir yere düştüyse sakın ola ki, bu manzarayı kaçırmayın. Hele kış aylarında geçerseniz buradan, Kırklareli’nden sonra muhteşem kış manzaraları karşılıyor sizleri. Deyim yerindeyse balta girmemiş ormanlar, ağaçların kar yüklü ihtişamı sizleri alıp götürecek. Sabırlı olmak başlıca kural her yolculukta olduğu gibi. Ancak öylesine güzel kış manzaraları var ki; yol şartları ve ülkenin trafik kuralları gereği BURGAS ’a kadar olan yolculuğu enfes hale getiriyor. Nüfusu 7.050.034 (2018) olan ülkenin 110.994 km2 yüzölçümü sebebiyle, bizim ülkemize görece nüfus yoğunluğunun az oluşu ilk dikkatimizi çekenler arasında oluyor. Genelde yolcularımızın ilk sorduğu soru: “Nerede bu insanlar?” (83.154.997/ 783.562) km2 bir ülkeden gelince halliyle böyle düşünmekte de hiç de haksız değiller.

Istanca meşelerinin görkemli manzaralarının bittiği aralıklarda ise küçük küçük yerleşimler dikkatimizi çekmeye başlıyor. İşte o zaman içimiz sızlamaya başlıyor. “Neden?” derseniz daha önce anlattığımız gibi yapı ve mimari tanıdık gelecek. Çünkü bölgenin kaderini en son belirleyen Balkan Savaşı sonrası imzalanan 8 Kasım 1913 Kırklareli Antlaşması oldu. Anlaşma ile Kırklareli’nden 18.000, Edirne’den ise 40.000 Bulgar Bulgaristan’a, buna karşılık Bulgaristan sınırına yakın Türk köylerinde yaşayanlar da Türkiye’ye göç etmek zorunda kaldılar.  Yani çok değil yaklaşık 1 asır önce burada yaşayanları düşündüğünüzde ister istemez burkuluyorsunuz.

Bölgenin ilk sahiplerinin M.Ö.IV-III. yy yaşadığı tahmin edilse de kilise kayıtlarına bakıldığında kullanılan Bulgar vaftiz isimlerinden dolayı, bugünkü sakinlerin atalarını Proto Bulgar ’lara kadar götürmektedir. Ogur ’ların 7.yy Karadeniz’in kuzeyi ile daha sonra İdil ve Tuna Nehri bölgelerinde de yaşamış, Türkçe konuşan yarı göçebe Türk kökenli bir halk.

İlk geçtiğimiz yerleşimin adı Малко Търново (TIRNOVACIK) adını yörede çok fazla dikenli bitkinin olmasından alır. Eskiden, Trak krallarının son başkenti bugünkü Kırklareli’nin ilçesi VİZE eski ismiyle BIZYE/BYZIA idi. 330 yılında İmparator Konstantin’in İmparatorluğun başkentini Roma’dan Konstantinopolis’e alması olayı bölge için, kültürel ve ekonomik açıdan büyük bir dönüm noktası olur. Böylelikle Istranca bir dağ zinciri olmaktan çıkar ve  hem ticaretin hem de kültürün merkezi sayılabilecek bir noktaya yakın olmanın getirdiği avantajları yakalamış olur. En yakın ve en büyük cevher çıkarma merkezi olarak Istrancalar, yeni başkentin metal ihtiyaçlarını da karşılama görevini üstlenir. Yapılan kazılarda; Malko Tarnovo ’da yaklaşık 70 cevher ocağı, şehrin etrafında ise dört adet eritme fırını bulunmuştur. Merkez 1628 Osmanlı döneminde kurulur. Hayvancılıkla uğraşan sakinleri Kırcali işgalleri ve 1829 Osmanlı-Rus Harbi ve 1877-1878 Osmanlı-Rus diğer deyişle 93 Harbinden etkilenir. İklimi akciğer hastalıklarının tedavisinde etkili olduğu gibi şifalı kaynak ve ayazmaları ile de ünlüdür. Istancaların Bulgaristan’daki, en yüksek noktası olan  Голямо градище (Golyamo Gradişte) (710 mt) tepesini aşarak, STOILOVO ‘yı geçiyoruz. Bu arada yolda sizleri güzel süprizler karşılayabilir, hazırlıklı olun!.. Geyik, Karaca, Domuz hiç beklemediğiniz anda karşınıza çıkabilir. Bulgaristan 1946 senesinde 2.Dünya Savaşı sonrası Komünist Rejimi kabul etti. Bu rejimin etkilerinin uzantılarını ziyaretiniz boyunca göreceksiniz. Yaban hayatının iyi derecede korunmuş olmasının sebebini, avlanmanın o dönemde yasak olduğunu, rejimin getirdiği artılar olarak anlatıyor bölge halkı.

STOILOVA ise ismini 400 yıl önce yaşayan STOIL Dede’den almış. Balık, mangal kömürü, üzüm ve saman taşırken kullanılan sepetler buradaki hünerli ellerden çıkıyor. “Dağın tepesinde ne balığı” demeyin. Yanılırsınız! Çünkü bölgede soğuk su olunca Alabalık da ardı sıra geliveriyor her yerde olduğu gibi. Osmanlı zamanında bile buradaki köylerden balık gitmiş İstanbul’a. Veleka, Meçi Dere ve Mladejka Nehirlerinin kıyılarında da bol miktarda fındık ağacı bulunuyor. Unutmadan söyleyeyim; DEREKÖY SINIR KAPISI ile hatta sınıra daha yaklaşırken koyu bir sis başlar. Bu sis sizi neredeyse Burgaz’a, göllere kadar bırakmaz… (Eğer emin ellerdeyseniz endişeye gerek yok. Ama eğer yolu ve bölgeyi bilmeyenler ile birlikteyseniz birazcık zorlu olduğunu hatırlatmakta fayda var.) Ya size Istrancaların endemiklerinden birisi de Taflan yani bizim Karayemişimiz dersem …. Hatta bizim Orman Gülümüz yani KOMAR ’ımız burada da var ismi de ZELENIKA Çiçeği desem… Fındık, Sis, Alabalık, Karayemiş, Orman Gülü …. Çok tanıdık geldi değil mi? Yazıya neden Karadeniz ile başladığımız eminim şaşırtmamıştır şimdi sizi …

BRASHLYAN (Бръшлян ) eski ismiyle SARMAŞIK,  Osmanlı zamanındaki ismiydi.  17.yy ve sonrası evleri, manastır, kilise ve şapelleri ile bölgenin en şirin yerleşimlerindendir. Istranca Doğa Parkına komşu olan köy aslında 17.yy sonunda 3 komşu köyün şimdiki DOLNA MAHALA (Aşağı Mahalle) ye yerleşmesiyle kurulur. Hayvancılığın önemli merkezi haline gelen köyden 1870 senesinde son Yunan Papazın kovulmasının ardından KİLİSE OKULU açılır. 19.yy eski ev tipi bırakılıp Karadeniz evleri inşa edilmeye başlanır. Oymacılık sanatındaki gelişimleri yapılarına da yansıyan köy, maalesef Osmanlı dönemindeki refahı bir daha görememiştir. Yeni ev yaptıran sahipler ise; çoğunlukla yüksek gelir getiren tefecilik ve ticaret gibi işlerle uğraşırken, bunun dışında kalanlar ise fakirleşmeye mahkum bırakılmıştır. Pek tabi bunun sonucunda ayaklanmalar bölgede eksik olmamış , çok sayıda şehit vermiş köy. Halkı Balkan Harbi sonrası, Malko Trnovo ya göç etmek zorunda kalan Sarmaşık, 16.02.1982 ’de alınan kararla köye hem mimarisi hem de otantik havasıyla koruma altına alınmıştır.

ZVEZDETS yani Osmanlı dönemindeki ismiyle GÖKTEPE ’yi geçiyoruz. “Gök/Yıldız Tepesi” anlamlarını taşıyan köydeki Trak mezar höyükleri de antikçağda da önemli olduğunun bir göstergesidir. 17.yy da geçim kaynağı önemli ölçüde hayvancılık iken açılan okullar, manastırlar köyün geçmişinin köklü olduğunu bize anlatırlar bize tek tek.  Ardından koruma altında olan VELEKA Nehri’nin açmış olduğu Kanyon çıkıverir karşımıza. Bütün bunlar maalesef içeride kalacak, siz ise onlara göre çevre yolu dedikleri, ama bizim belki de şu anda köy yollarımız diyebileceğimiz yollardan devam edeceğiz. Çevre yolları bu ise, yerleşime götüren yolları, artık siz hayal edin. Ama bununla birlikte tekrar hatırlatmakta fayda görüyorum ki; nüfus az, yüzölçümü fazla ve her şeyden önce, hem almış oldukları eğitim-kültür, hem de rejimin etkileri sebebiyle doğa daha az müdahale görmüş. Bu yüzden bu el değmemişliğinin üzerine sakinlik size huzur verecek.  “Sık ve ormanlık dağ” anlamında kullanılan BALKANLAR kelimesinin en yüksek dağı RİLA ’da batımızda kalırken bir kuzeye olan yolculuğumuza devam edeceğiz. 

Balkanlar kelimesinin hakkını vermeye devam eden bölgede; PERSINA, JASNA POLJANA Milli Parklarını geçerek, MARINKA ’ya yani eski ismiyle KARA GÖZLER ’e ulaşınca işte Volkan KONAK ’ın ünlü şarkısı Karadeniz’in neresinde olursak olalım geliveriyor aklımız. “Hey gidi KARADENİZ KARADENİZ … Suların ne karadır KARADENİZ” Dereköy ’den bu yana geçtiğimiz tüm yerleşimlerin bağlı bulunduğu BURGAS ’da görüş alanımıza girdikten sonra solumuzda Мандренско езеро (MANDRENSKO GÖLÜ) ‘nü geçmeye başlıyoruz. 8 km genişliğinde 1,3 km uzunluğunda 38.84 km²'lik bir alana sahip olan gölün kaynağı nehirlerdir.

Meden rudnik (eski ismiyle HOCALAR/HOCAMAR)’ı ve 1974 yılında kurulan BURGAS TERSANELERİ ’ni geçiyoruz. Bulgar Deniz Filosu ’nın gemileri ve askeri gemilerinin ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla bağımsız bir işletme olarak devam ederken, 1990 da statüsü değişerek, 1997 de özelleştirilir.

Tersanelerin ardından 95 km²'lik alanı ile Bulgaristan’ın doğal en büyük göllerinden olan BURGAS GÖLÜ (Gorno Ezerovo / Dolno Ezerovo)’nü görerek sonunda BURGAS ’a ulaşıyoruz.

Profesyonel Turist Rehberi Yasemin Güngör